Allah Gözle Görülecek mi?
Allahü teâlâyı mü’minler Cennette görecektir. Fakat, nasıl olduğu bilinmeyen bir görmekle göreceklerdir. Nasıl olduğu bilinmeyeni, anlaşılmıyanı görmek de, nasıl olduğu anlaşılmayan bir görmek olur.
Allah’ı göz ile görmek, aklen caiz naklen de sabittir. Mekan, cihet, karşılaşma, bitişme, mesafe tayini, ışık, benzetme, keyfiyyet, ve ihata olmaksızın Allah görülür. Allah Teala’nın kulları tarafından görülmesi ve tecelli etmesi bize göre birdir. Dünyada, tur-i sina’da Hz.Musa’ya gözüktüğü gibi Ahirette’de muminlere görünecektir. Çünkü Cenab-ı Hak mevcuttur. Mevcudun görülmeside muhal değildir. (1)
İnanan kimse, Cennettekilerin, zatının künh ü mahiyetini kavramaksızın ve herhangi bir şeye bemzetmeksizin Allah Teâla’yı görecektir. Müminler Rablarını, Cennette ayan-beyan görecekler. Ay, ondördüncü gecesinde zorluk çekilmeden müşahede olunduğu gibi, inananlarda Rablerine zahmetsizce bakacaklar. Allah’ baş gözüyle değil, kalp gözüyle görülür diyenler sapık ve bidatçıdır. (7)
Bu mevzudaki ayet-i celile şöyledir:
“Yüzler vardır ki, o gün ışıl ışıl parıldayacaktır. Rablerine bakacaklardır (O’nu göreceklerdir).” (Kıyamet Suresi:22-23)
Elmalı Tefsirinde bu ayet-i celiler şu şekilde açıklanmıştır.
“Nice yüzler o gün parlaktır. Başarılı olma neşesiyle sevinç içinde ışıl ışıl parıldar. Zira Rabbine bakıcıdır. Onun cemâline bakmaktadır. Ehl-i Sünnet bu bakışı “görme” mânâsında anlayarak ahirette müminlerin Allah’ın cemalini göreceğini isbat etmişlerdir. “Beni asla göremezsin.”(A’râf:143) âyetine sarılan Mutezile de bu bakışı “bekleme” mânâsına yorumlamışlardır. Oysa gayesine ulaşmayan beklemenin neticesi neşe değil, hayal kırıklığı ile üzüntü olacağından burada sadece bekleme mânâsının doğru olamayacağını anlatır.”
“…. Beni asla göremezsin” (Araf 143) mealindeki ayet-i kerime, Allah’ın ahirette değil, dünyada görülmeyeceğini anlatmktadır. Dünyada Allah’ı görmeye engel hususlar ahirette kalkacaktır. Ahiretin bu alemle kıyaslanması doğru değildir.
Resulullah buyuruyor:
Şu ayı ondördüncü gecesinde itişi kalkışmaksızın nasıl görüyorsanız, Rabbinizi de üst üste yığılmaya lüzum kalmadan rahatça görebileceksiniz. (8)
Cennette Allah nezdinde en şerefliniz, sabah akşam O’nun yüzüne bakanınızdır. (9)
Allah’ın Zati Sıfatları
1) Vücüd (Var olmak) Bu alemde görülen her şey, daha önce yok iken vücüuda getirilmiş ve her biri bir gaye için yaratılmıştır. Bu kainat, maddesiyle şekliyle sonradan var olmuştur. O halde, her yoktan varolan gibi, alemimizde bir yaratıcıya muhtaçtır. O yaratıcı ise, bu alem cinsinden olmayan, onun dışında, varlığı zâtının icabı (Vacibü-l-vücud) olan, mutlak kemal sahibi Allahu Teala’dır.
2) Kıdem (Varlığının başlangıcı olmamak)
3) Beka (Varlığının sonu olmamak),
4) Vahdaniyet (Bir olmak),
5) Muhalefetün-lil Havadis (Sonradan yaratılmışlara hiç benzememek),
6) Kıyam binefsihi (Varlığında hiçbir şeye muhtaç olmamak)
Allah’ın Sübüti Sıfatları
1) Hayat (Diri olmak),
2) İlim (Bilmek-Allah her şeyi bilir),
3) Semi (İşitmek-Allah her şeyi işitir),
4) Basar (Görmek, Allah her şeyi görür),
5) İrade (Dilemek-Kainatta her şey Allah’ın dilemesiyle olur),
6) Kudret (Her şeye gücü yetmek),
7) Kelam (Konuşmak. Cenab-ı Hak konuşur, fakat onun konuşması ses, dil ve harf yardımıyla değildir. Nasıl konuştuğunu ancak kendisi bilir. 104 kitabı bu sıfatla indirmişitr. Peygamberlerle de bu sıfatla konuşmuştur),
8) Tekvin (Yaratmak-Allah her şeyi yoktan var eder. Ondan başkası bir zerreyi dahi yaratamaz.)
“Allah Baba” Denilir mi?
SAKIN ALLAH’A BABA DEMEYİN
İslam dininde en büyük günah Allah’a baba demektir. Baba deyince birde ananın olması gerekir. Baba, karısı olup çocuğu doğurtan kimseye ve hayvana denir. Bu anlamda Allah’a baba demek en büyük günah ve küfürdür. Ülkemizde insanın babası olmayanlara da baba demesi alışkanlığı bulunmaktadır. Onlarda babadır, ama başkalarının babasıdır. Onların da karıları ve çocukları vardır. İnsanlar bir saygı ifadesi olarak onlara mecazi anlamda baba demektedir.
Hristiyanlar, Hz.İsa’ya Allah’ın oğlu der. Hz.İsa oğul olunca, Allah’a da baba demeye başladılar. Oğul, bulununca bir baba ve baba olunca bir oğul olması birbirini gerektirir. Meryem’e İsa’nın anası derler. Öyleyse İsa’nın anası Allah’ın karısı mıdır? Buna cevap vermeleri gerekir?
Bizim basın ve yayın organlarında, bazı insanların zaman zaman kullandığı “Allah baba” ifadesi tamamen Hristiyan kültüründen geçmedir.
Kur’an-ı Kerim, Allah’a baba demenin ne kadar büyük bir günah olduğunu anlatır.
“Pek merhametli olan Allah’ın oğlu olduğu kötü sözü söylemelerinden dolayı az kaldı gökler paramparça olacak, yeryüzü yarılacak ve dağlar çökecekti. Oysa Allah’ın oğlu olmaz, göklerde ve yer yüzünde her şey onun mülkü ve herkes Onun kuludur.”(Meryem Suresi 88 – 93)
“Allah, çocuk edinmemiş ve hükümranlığında ortağı yoktur.” (İsra Suresi :77)
“Şüphesiz Allah tektir çocuğu olmaktan münezzeh ve yücedir” (Nisa Suresi : 171)
“Gökleri ve yeri yaratan Allah’tır. Karısı olmadığı halde çocuğu nasıl olabilir? Her şeyi O yaratmıştır”(Enam Suresi :101)
“Rabbimizin yüceliği her yücelikten üstündür. O, karı da, çocuk da edinmemiştir.” (Cin Suresi . 3)
“Allah bir tektir, doğurmadı ve doğmadı. Hiç bir şey O’na denk değildir.” (İhlas Suresi: 1-4)
“Allah Göklerdedir” Demek Caiz mi?
Cenab-ı Allah mekan ve yönden münezzehtir. Mekan ve yön olmadan O vardı. Allah’a yön ve mekan tayin eden kimsenin kâfir olup olmadığı konusunda ihtilaf vardır. Onun için bu ifadenin kullanılmamasını önemle tavsiye ederiz.
Allah’ın İpi Ne Demektir?
Allahın ipi, Kur’ân-ı Kerîm ise de, İslâm âlimleri Allahın ipinden maksat, fukahanın yolu olduğunu bildirmişlerdir. Allahın ipine sarılmak dernek, hak mezheblerden birisine tâbi olmak demektir.
Cenab-ı Hak buyuruyor:
“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; parçalanmayın… ” (Al-i İmran :103)
Resulullah (s.a.v) buyuruyor:
“Haberiniz olsun! Ben size iki ağırlık bırakıyorum. Bunlardan biri Allah Teâla’nın Kitabı’dır. O, Allah’ın ipi olup, kim ona tutunursa hidayet üzere olur, kim de onu terkederse delâlete düşer.”
Allah Razı Olsun Ne Demektir?
Allah razı olsun demek, bu halinden Allah razı olsun demek değildir. Allahü teâlâ, seni razı olacağı hale getirsin demektir.
Allah Her Yerde Demek Doğru mu?
Allah her yerdedir demek, Allaha mekan ittihaz etmek demektir ki asla câiz değildir. Allah mekandan münezzehtir, her yerde hazır ve nazırdır demelidir. Allah dünyayı nur gibi, ışık gibi kaplamıştır demekte yine mekan tayin etmek demektir ki asla caiz değildir.
Allahü teâlâ, kâinatla ne bitişiktir, ne içindedir, ne dışındadır. Ya nasıldır?
İnsan bir .hayâl kursa, hayâlinde çeşitli işler yapsa, insan kurduğu hayalin içindedir, dışındadır, bitişiktir, ayrıdır gibi bir şey söylenemez. Hayâl gerçekte yok ki böyle söylenebilsin.
Yine insan rüyâ görür. Rüya gören insan, rüyâ ne sağındadır, ne solundadır. Ne de bitişiktir. Rüyâ Allahü teâlânın kudreti ile devam etse, insan rüyâyı gerçek zannedebilir. Yer, içer, hatta rüyâsında rüya bile görür.
Bir ipin ucuna küçük bir demir parçası bağlayıp, öteki ucundan tutarak çeviririrsek, dönen demir karşıdan daire şeklinde görünür. Görünen demire nokta-i cevvale, görünen daireye de, daire-i mevhume denir. Dairenin bu nokta ile hiç ilgisi yoktur. Noktanın hiç bir cihetinde değildir. Daire hâsıl olunca bu nokta sınırlanmamıştır. Nokta, dairenin sağında, solunda, önünde, arkasında denilemez. Daire için böyle şeyler ancak onun gibi vehim mertebesinde bulunan varlıklar için söylenebilir. Görünen bu daire mecazdır. Fakat hakikat kaybolmuş, mecaz görünmüş, tanınmıştır.
Bir misâl daha verelim. Hindistanda meşhur bir hikâye vardır. Hokkabazlar padışâhın karşısında, oyun yaparken, göz boyamakla, aynada bahçe ve ağaçlar gosterirler. Hakikatte bulunmayan bu ağaçları, büyüyerek meyve verdiklerini gösterirler. Meyveleri koparıp sultana ve seyircilere verirler. Eğer oyun yaparken hokkabazlar öldürülürse, görünen oyunlar, Allahü teâlânın kudreti kudreti ile, o halde kalır, yok olmazlarmış. Sultan da bu hokkabazları, oyun esnasında öldürtüyor. Bu ağaçların uzun müddet kaldığı, meyvelerini herkesin yediği söylenmektedir. Bu hikaye, doğru veya yanlış olması bir yana, misâlimizi aydınlatması bakımından caziptir.
Işte dünya, yıldızlar, gezegenler, Cennet ve Cehennem ve her varlık, hayâl, vehim mertebesinde yaratılmıştır. Allahü teâlânın kudreti ile devam etmektedir; Allah ile kainatın yakınlığı, uzaklığı, insanın hayâl ve rüyâya olan alakasına benzemektedir. İnsan hayalin şurasında, rüyanm burasındadır, denemez. İşte Allahü teâlâya da böyle mekan tâyin edilemez. (2)
Allah’ın Rahmeti
İnsan, âmeline güvenerek afvolacağını ümit etmemelidir. Ancak, Allahü teâlâ’nın rahmetini, ihsanını düşünerek afvedilebileceğini ümit etmelidir. Çünkü Cenâb-ı Hak, şirkten başka günahları dilerse afvedeceğini, rahmetinden ümit kesilmemesini, bağışlama ve merhametinin çok olduğunu bildirmektedir. Allahü teâlâ, yüz rahmetten ancak bir tanesini, insanlara, cinlere ve hayvanlara indirdiğini, bu bir rahmet ile canlıların birbirlerine şefkat gösterdiklerini, rahmetinin doksandokuzu ile de kıyamet günü kullarına rahmet edeceğini, Peygamberimiz bildirmektedir.
Arşın altında (Ben rahmet edicilerin en merhametlisiyim, rahmetim gazabımı aştı) yazılı olduğu ve Cennet ehlinin iki misli kadar insanı Cehennemden çıkarıp afvedeceği bildirilmiştir.
Allahü teâlânın afv ve mağfiretini ümit eden mü’minleri ve kendisinden korkanları Cehennemden çıkaracağı, bir annenin çocuğuna olan şefkatinden çok daha merhametli olduğu hadîs-i şeriflerde bildirilmiştir.
Peygamberimizin şefaati, günahı sevabından çok olan mü’ minler içindir. Kıyamet günü Arşın altında bir mü’nâdinin şöyle bağırdığı duyulur:
<>(Allahü teâlâ kendi hakkını bağışlamıştır. Ancak kul hakları kalmıştır. Siz de birbirinize haklarınızı bağışlayıp Allahın rahmetiyle Cennete girin!)
Kim Allahdan başka ilâh olmadığına, Muhammed aleyhisselâmın Allahın Resulü olduğuna imân ederse. Cehenneme girmeyeceği, falcılık, üfürükçülük yapmayan ve Allahü teâlâya tevekkül eden yetmiş bin kişinin hesapsız Cennete gireceği hadîs-i şerifle bildirilmektedir.
(Hiç kimse benim rahmetimden ümitsiz olmasın) âyet-i kerimesini düşünerek ümitsiz olmamalıdır.
Her ne kadar günah işlemek insanı imansız etmezse de, günahlar zamanla kalbi karartarak maazallah imansız gitmeğe sebep olur. Bu bakımdan Allahü teâlânın emirlerini yapıp, haramlardan kaçarak rahmetini ümit etmelidir.
Önce itikadı düzeltmelidir. İtikâd düzgün olmayınca iyi zannedilen âmellerin kıymeti olmaz. Hem itikadı bozuk hem de kötü şeyler yapan kimsenin (Benim kalbim temizdir, Allah beni afveder) demesi asla doğru değildir. Çünkü hadîs-i şerifte buyuruldu ki:
(Ahmak o kimseye denir ki, her istediğini yapar ve rahmete kavuşmasını ümit eder.)
Demek ki, önce itikadı düzeltip haramlardan kaçarak Allahü teâlânın emirlerini yapmağa çalıştıktan sonra neticeyi beklemek ümit olur.
Allahü teâlânın gazabından emin olmak öldürücü zehir olduğu gibi, rahmetinden ümitsiz olmak da öldürücü zehirdir. Mü’min daima korku ile ümit arasında yaşamalıdır. Korkunun fazla olması daha iyidir. Böylece kötülüklerden kaçıp iyilik etmeğe koşar. Ölürken ise ümidi korkusundan fazla olmalıdır.
Yâ Rabbi! Bizleri azabından korkan ve rahmetinden ümit eden kullarından eyle! (2)
Allah’tan Korkmak
Allah’tan korkmak, büyük makamlardandır. Çünkü Allahü teâlâ buyuruyor ki:
Allah’tan ancak âlim olanlar korkar.
Hadis-i şeriflerde ise şöyle buyuruldu:
Hikmet ve ilmin başı Allah korkusudur
Sizin en akıllınız, Allah’tan en çok korkanınızdır.
Allah korkusundan ürperip tüyleri kalkanın ağaçtan yaprak dökülür gibi günahları dökülür.
Allah korkusundan ağlayan Cehenneme girmez.
Günahını düşünüp ağlayanlar, hesapsız Cennete girecektir.
Cenâb-ı Hak katında, Allah korkusundan akan gözyaşından ve Allah yolunda akan kandan sevgili damla yoktur.
Arşın gölgesinde gölgelenecek yedi sınıf kimseden birisi de, yalnız iken Allahü teâlâyı hatırlayıp gözyaşı dökenlerdir.
Allahü teâlâ’dan korkandan her şey korkar. Allah’tan korkmayanı her şeyle korkuturlar.
Allahü teâlâ buyuruyor ki, “izzetim hakkı için, bir kulda iki korku, iki emniyet bulundurmam. Dünyada benden korkarsa, Ahirette onu emin ederim. Ahıret hususunda emin ise, korkuturum.
İnsan sevdiği şeylerin elden çıkmasından korkar. Sevdiği kimselerin sevgisini kaybetmekten korkar. Bunun için Allah’ı en çok sevenler, Allah’tan en çok korkanlardır. Keza Allahü teâlâ’yı en iyi tanıyanlar da O’ndan en çok korkanlardır. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki:
En arifiniz benim, en çok korkanınız da benim.
Allah’tan korkup günahtan sakınan kimselere “müttaki’ denir. Müttakîler hakkında çok müjdeler vardır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
Müttakîlerin hepsi hesapsız Cennete girerler.
Alimlerimiz buyuruyorlar ki:
İnsan Allah’tan korkarsa, kalbi hikmetle dolar
İnsanlar, fakirlikten korktukları gibi Cehennem’den korksalardı Cennet’e girerlerdi.
Dünya’da korkan, âhırette emin olur.
Kalbinde Allah korkusu bulunmayan kalbler harap olmuştur.
Allah’tan korkan kul, kendini hasta görüp ölüm korkusuyle bütün isteklerinden kaçınan kimsedir.
Allah korkusunun sebebi, ilim ve marifettir. İlim ve marifet sahipleri, kendi ayıplarını, günahlarını ve ibâdetteki kusurlarını görerek, bunun yanında Allahü teâlâ’nın kendisine verdiği sayısız ni’metleri düşününce, yaptıklarından utanıp, kalbinde korku başlar. Bu kimsenin hâli şuna benzer: Bir padişah bir kimseye iltifat ederek sayısız yardım ve ihsanlarda bulunsa, üstelik sadrazamlık rütbesi verse, bu kimsede, padişahın bu iyiliklerine karşılık nankörlük ve hıyanet etse, bunu da padişahın gördüğünü anlasa, o kimsenin kalbine bir korku ateşi düşer.
Korkunun dereceleri vardır. İnsanın kendisini arzulardan men etmesine İFFET, haramlardan men etmesine VERA, şüphelilerden men etmesine TAKVA denir. Allah’a yaklaşmağa mâni olan her şeyden men etmesine ise SlDK denir. Böyle kimselere de SIDDÎK denir.
Bir kimse Cehennemden korkar, tevbesiz öleceğinden korkar, gaflete düşüp kalbinin kararacağından korkar, nimetlerin çokluğu sebebiyle zevke dalıp âhıreti unutacağından korkar, bütün kusur ve kabahatlerinin ortaya dökülüp rezil ve rüsvâ olacağından korkar. En büyük korku da ezele ait olup imansız gitme korkusudur. Basiret sahipleri akıbetlerinin ne olacağından korkarlar. En büyük korku budur. Çünkü Allahü teâlâ’dan celâl sıfatı sebebiyle korkmak, günahı sebebiyle korkmakdan daha üstündür. Çünkü bu korku hiç gitmez. Günâhı sebebi ile korkan kimse, günah işlemeyi bırakınca (Niçin Allah’tan korkayım) diye düşünür.
Bu bakımdan Allahü teâlâ’dan Celâl sıfatı sebebiyle korkmak daha üstündür. Cenâb-ı Hak, Dâvûd aleyhisselâma (Benden kükremiş arslan gibi kork!) buyurdu. Çünkü arslan, senden korkmaz, öldürmek isteyince de seni bir kabahatinden dolayı öldürmez. Allahü teâlâ’yı da böyle düşünenin korkmaması mümkün değildir.
Korkanların çoğu, akıbetinin kötü olmasından korkmuşlardır. Ebu Derda hazretleri buyurdu ki (Hiç kimse, ölüm zamanında imanının geri alınmıyacağından emin olmaz.) Sıddıklar kötü akıbetten çok korkarlar. Süfyan-ı Sevrî’yi ağlarken gördüler. (Allah’ın afvı, senin günahından büyük olduğunu bilmez misin?) dediler. (İmanla öleceğimi bilsem, dağlar kadar günahım olsa yine korkmam.) buyurdu. Mürid, günah işlemekten, arif ise küfre düşmekten korkar.
İşte bu ilimlerden ve marifetten korku hâsıl olur. Korkudan ise zühd, sabır, tevbe, sıdk, ihlâs ve nihayet bunlardan da muhabbet hâsıl olur. Muhabbet makamı ise bütün makamların sonuncusudur. Marifet, kendini ve Rabbini bilmek demektir. Marifetten âciz olanlar ise, Allah’tan korkan marifet sahipleri ile sohbet etmeli, gafillerden uzak olmalıdır.
Hazreti Ebu Bekir, o büyüklüğüyle, (Keşke bir kuş olsaydım) diye ağlardı. Hazret-i Aişe validemiz (Adım ve sanım olmasaydı) diye döğünürdü. Ata Sülemi Hazretleri, kırk sene Allah korkusundan gülmedi. Bütün Enbiya’lar ve Evliya’lar korktukları halde biz neden eminiz? Ya onların çok günahı vardı da bizim yok, yahuttâ onların marifeti çoktu da bizim marifetten haberimiz yok… Gerçekte ise günahların gafletinden dolayı eminmişiz gibi hareket ediyoruz. Büyükler ise marifetleri sebebiyle çok ibâdet ettikleri gibi, çok da korkarlardı. Allahü teâlâ’nın mekrinden emin olmak, öldürücü zehir olduğu gibi, O’nun rahmetinden ümitsiz olmak da öldürücü zehirdir. Mü’min, daima ümit ile korku arasında bulunmalı dır. Nitekim Hazret-i Ömer buyurdu ki:
Eğer dense ki, Cennete yalnız bir kişi girecek, o kişinin kendim olduğunu ümit ederim. Yine dense ki, Cehenneme yalnız bir kişi girecek, o kimsenin kendim olacağından korkarım.
Allahü teâlâ’nın rahmetini ümit etmek, kulu Cennet’e çeken yular gibidir. Havf, ya’ni Allah’tan korkmak ise, Cehennem’e düşmemek ve Cennete gitmesi için vurulan kamçı gibidir. Ümitten muhabbet doğar. Muhabbet makamından yüksek makam yoktur. Hadîs-i şeriflerde buyuruldu ki:
Ölürken herkes, Allahü teâlâyı hüsn-i zan etmelidir. (Allahü teâlâ buyuruyor ki: Kulum beni zannettiği gibi bulur.
Allahü teâlânın rahmetinden ümit eden ve kendi günahlarından korkan kimseyi Cenâb-ı Hak, korktuğundan emin eder ve ümit ettiğine kavuşturur.
Günahlarının çokluğu sebebiyle ümitsiz olan birisine Hazreti Ali buyurdu ki: (Ümitsiz olma, Allahü teâlânın rahmeti senin günahlarından büyüktür. Rahmeti gazabını aşmıştır.)
Büyüklerden birisi vefat edince rü’yâda gördüler.
-Allahü teâlâ sana nasıl muamele etti?diye sordular.
Şöyle cevap verdi:
– Yaptığım işlerden sorguya çekildim. Bunu niçin yaptın, şunu niye böyle yaptın gibi sualler sordular. Korktum. Dedim ki, Ya Rabbi, seni bana böyle tanıtmadılar. (Nasıl tanıttılar) buyurdu. (Kulum Beni zannettiği gibi bulur.) Hadis-i kudsîyi söyledim.
Sonra dedim ki,
– Ya Rabbi, ben rahmet bekliyordum. Bunun üzerine (Sana rahmet ettim) buyurdu. Cennete götürdüler. Eşi benzeri bulunmayan ni’metlere kavuştum.
Bir kimse, en iyi tohumu bulup, mümbit toprağa eker, yabani otlardan temizler, gübreler ve gerekli ilaçlamalarım da yapar. Allahü teâlâ da bu mahsûlü çeşitli âfetlerden korursa, bu beklemeğe ümit denir. İyi tohum atmaz, kültürel ve ilâçlı mücadelesini yapmazsa, üstelik toprak da mümbit değilse, bu tarla dan iyi mahsûl almak için beklerse, bu bekleyişe ümit denmez. Çünkü sebeplerin hepsine yapışmamıştır. Ama yine imkânsız olmadığı için buna temenni denir. Bunun gibi, doğru iman tohumunu kalbine yerleştirip, burasını fena ahlâk dikenlerinden temizlerse, ibâdet suyu ile iman ağacını sularsa, ölünceye kadar her türlü âfetlerden koruması için Allahü teâlâya sığınırsa, ya’ni gerekenleri geciktirmeden vazifesini zamanında yaparsa, buna ümit denir.
İman tohumu doğru olduğu halde, kötü ahlâktan temizlenmez ve ibâdet suyu ile sulanmazsa, rahmet beklemek ahmaklık olur. Buna ümit denmez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
Ahmak o kimseye denir ki, her istediğini yapar ve rahmete kavuşmasını ümit eder.
Demek ki bütün sebeplere yapıştıktan sonra neticeyi beklemek ümit olur. Sebepleri ne atar, ne araya koyarsa temenni olur. Sebeplere yapışmazsa ahmaklık olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
Din işleri temenni ile doğru olmaz.
O hâlde ihlâsla tevbe eden, kabul edildiğini ümit etmelidir. Tevbe etmediği hâlde günahına üzülürse, üzülmesi tevbeye sebep olur. Çünkü, Cehennem tohumu ekip, Cennet beklemekten büyük ahmaklık yoktur. Salih amel işlemeden, büyüklerin kavuştukları dereceyi ümit eden kimseden akılsızı yoktur.
Ümitli olmak için Allahü teâlânın ni’met ve ihsanlarını düşünüp ibret almalıdır. (Her bir kimse benim rahmetimden ümitsiz olmasın!) âyet-i kerimesini düşünmelidir.
Hadis-i şerifte, bu ümmete merhamet olunduğu, onların azabı dünyada çektikleri, hastalık, belâ, fitne, zelzele v.s. olduğu bildirilmiştir. Hadis-i şerif de buyuruldu ki:
Kul günah işleyip istiğfar ederse, Allahü teâlâ, ey meleklerim, bakın bu kul, bir günah işledi ve bir sahibi olduğunu anlayarak günahı için istiğfar edip afv diledi. Siz şahit olun ki onu afvettim.
Altı saate kadar melek, kulun günahını yazmaz. Eğer istiğfar ederse hiç yazmaz. Tevbe ve taat etmezse, sağ taraftaki melek, diğerine der ki, defterinden bir günah düş, ben de ona karşılık bir sevap düşeyim. On günaha bir sevap rastlar. Dokuzu kendine kalır.
Kul istiğfar ettiği müddetçe, yani istiğfar etmekten bıkmadıkça, Allahü teâlâ da afvetmekten bıkmaz, iyilik yapmağa niyyet edince, o işi daha yapmadan melek sevap yazar. Yaparsa on sevap yazar. Hattâ yedi yüz misline kadar yazar. Günah işlemeğe niyyet edince yazmaz. İşleyince bir günah yazar.
Bir kimse Peygamberimize gelip, namaz ve oruçtan başka ibâdet edemediğini, parası olmadığı için zekât veremediğini ve hacca gidemediğini, hâlinin, ne olacağını arz etti. Resûlullah buyurdu ki:
-Eğer kalbini riya ve hasetten, dilini gıybetten ve yalandan, gözünü nâmahremden ve Allahü teâlânın kullarına hakaretle bakmaktan korursan Cennette benimle olursun.
Bir Arap, Peygamberimize sual etti:
-Kıyamet günü hesabı kim yapacak?
-Allahü teâlâ yapar.
-Kendi kendine mi yapacak?
-Evet…
-Arap güldü. Peygamber aleyhisselâm sordu:
-Niçin güldün?
-Kerîm olan galip olunca afveder, hesap sorarsa kolaylık gösterir.
-Doğru söyledin. Allahü teâlâdan kerîm kimse yoktur. Sen akıllısın. Allahü teâlânın sevgili kullarından birini aşağı görmek, Kâbeyi yıkmaktan daha kötüdür.
-Allahü teâlânın sevgili kulları kimlerdir?
-Bütün mü’minler, Allahü teâlânın sevgili kullarıdır.
Hadis-i şerifte buyruldu ki:
Allahü teâlâ, kıyamet günü, o kadar çok rahmet verir ki, hiç kimsenin kalbinden o kadarı geçmiş değildir. Hattâ şeytan bile merhamet olunacağını düşünerek başını kaldırır.
Bildirildi ki, Cehennemden iki kişiyi çıkarırlar. Allahü teâlâ, (Yaptıklarınızın karşılığını gördünüz. Çünkü ben zulmetmem.) buyurduktan sonra Cehenneme götürürler. Birisi çok hızlı yürür, diğeri ise yürümez. Her ikisine bunun sebebini sorarlar. Hızlı yürüyen (Emir, dinlememenin neye mal olduğunu anladım, onun için hızlı yürüyorum.) der. Diğeri ise (Rabbime hüsn-i zan ettim. Cehennemden çıkarınca, bir daha sokmaz diye ümit ettim.) der. Her ikisini de Cenâb-ı Hakkın ihsanı ile Cennete götürürler.
Kaynaklar
1) Ehl-i Sünnet İtikadı, Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevi, Bedir Yayınevi, 1996, S.67
2) Bir Bilene Soralım -1,3 Türkiye Gazetesi
3) Mürşid 4, İlmihal, Fetvalar, Turan Yazılım
4) Büyük Kadın İlmihali, Rauf PEHLİVAN
5) Elmalı Tefsiri
6) Kütüb-i Sitte
7) Sevâd-ı Azam, Hakim Semerkandi, Bedir Yayınevi,
8) Buhari
9) Tirmizi İbn Ömer r.a. rivayet etmiştir.