Yüce Rabbimiz Halik-i Zülcelâl Hazretleri kainatı hiç yokken var edendir, onu donatan, ardından da en mükemmel varlığı; insanı yaratandır. Kendisine kulluk etmek üzere yarattığı insana merhametinin bir neticesi ve nişanesi olarak kitaplar ve peygamberler gönderen, bunlara uyma derecesine göre de kullarına karşılığını verendir.
Kutlu Elçilerin Sonuncusu ve İnsanlığın Efendisi Hatemü’r-Rusul Efendimiz son din İslam’ın vahyediliş sürecinden bu yana geçmiş ve gelecek bütün insanlığın kurtarıcısı, uyarıcısı ve müjdecisidir. Bu sebeple O’nun ümmeti olma şerefi sadece ümmet-i icabeti olan biz müminlere değil tüm insanlığa aittir. O’nu kınayanlar ve O’nun saçtığı nurlu yolun aydınlığına henüz kavuşamamış kimseler de O’nun ümmeti; ümmet-i davetidirler.
O’nun ümmeti olma şuuruna eren başka âlemlere ait varlıkların, dünyadaki diğer canlıların, bitkilerin ve cansız varlıkların bulunduğuna dair rivayetler, temel kaynaklarımızda bolca yer almakta ve bize sıkça karşılaştığımız mucizevi türden olaylar ve sahneler sunmaktadır. Bu tür sahneler O’na ümmet olma vasfının sadece müminler ya da insanlıkla sınırlı kalmayıp çok daha geniş bir alanı içerdiğini gösterir. İrfani gelenekte sıkça zikredilen ve Hadis-i Kudsî şeklinde dile getirilen “Sen olmasaydın Ey Habibim, felekleri yaratmazdım” şeklinde vecizeleştirilen ifade bu manaya delalet etmektedir. Bu sebeple bütün kainat Kainatın Efendisine meftun olsa yeğdir.
Şanı Yüce olan Allah Azze ve Alâ’nın âlemlere rahmetinin tecellisi sonucu yaratılan Seyyidü’l-küllEfendimiz’in mevcudiyeti biz müminler için ise ayrı bir sevinç ve mutluluk vesilesidir. Dolayısıyla, müminin inancının ayrılmaz parçası Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerim ve O’nun canlı örneği olan Nebiyyi Mefahirimiz (sav) Efendimiz’in yaratılışı ve örnekliğinin farkında oluşumuz bizim için varlık-yokluk meselesidir. Risaletpenâh Efendimiz’in Müslümanlığımız açısından varoluşsal bir değer taşıması da bu sebepledir. Bu açıdan bakılınca; ‘Allah Teâlâ, nasıl ki bizim fiziki varlığımızı topraktan yaratmışsa, manevi varlığımızı inşa etmekte de Hace-i Âlem (sav) Efendimiz Hazretleri’nin rehberlik ve önderliğini vesile kılmıştır’ demek yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla Mefhar-i Mevcudat Aleyhi Efdalü’t-TahiyyatEfendimiz bizim manevi varlığımızın mimarı olması yönüyle ‘varlık’ sebebimiz ve aynı zamanda varlığın hakikatinin bilgisinin temellük etmemizin de vesilesidir.
Nitekim Sevgili Peygamberimiz (as)’ın izini takip edip, asarıyla teberrük eden seçkin sahabeler topluluğu O’na bu gözle bakmışlardır. Kendisine anne-babalarını feda etme ifadeleriyle hitap eden, kendi canlarından çok O’nu seven, asarı ile teberrük için abdest suyunun bir damlasını bile yere düşürmeyen, mübarek saç ve sakal-ı şeriflerini daha yere düşmeden alıp, ömür boyu sarığının kıvrımından ayırmayan, onların vefatından sonra da kefenine konulmasını vasiyet eden Kutlu Elçi’nin fedakar dostları, seçkin sahabeler topluluğu söz konusu davranışları Basirü’l-Vücûd Efendimiz Hazretleri’nin kendilerinin varlık sebebi olduğunun bilinciyle gerçekleştirmişlerdir.
Milyonlarca salat ve milyonlarca selam’a layık Efendimiz’den geriye kalan kutsal emanetlerin aynı saygı ve hürmetle yüzyıllar boyu korunup en değerli mukaddes emanetler olmak üzere, en kıymetli mücevherlerle bezenmiş muhafazalıklarda korunması Can-ı Canan Efendimiz’e olan özlemin bitmeyen ifadesidir.
Seçkin İslam alimlerinin ruha can veren âyet-i kerimeler kadar, temsil etmek suretiyle onlara can veren kutlu örnekliği de ehemmiyet verdiklerini görmek, Sahabe-i Kiram (ra) Hazeratının ardından gelen nesillerin de bu hassasiyeti taşıdıklarını ortaya koymaktadır. Dolayısıyla onların, İnsanlığın Gözünün Nuru Gönlünün Süruru Efendimiz’in sözleri kadar, O’nun davranışlarını ve yaşayış biçimini de öğrenip içselleştirdiklerini ve aynı örnekliği sürdürerek davranışın da devamlılığını sağladığını, O’nun sorumluluğunu tebliğ, temsil ve teşkil ettiklerini müşahede etmek tabii bir gelişmedir.
Bu sebeple, Gönüller Sultanı Efendimiz (sav)’in görevi sadece vahyi tebliğle sınırlı bir peygamberlik değildir. O’na On Sekiz Bin Âlemin Efendisi vasfını kazandıran yönü, rahmet olarak gönderildiği âlemler için taşıdığı varoluşsal değeridir. Kainatın Rabbi Allah Teâlâ’nın, müminlere hitaben; ‘O’nun yanında yüksek sesle konuşmayın, O’na başka insanlara hitap ettiğiniz gibi hitap etmeyin.’ buyurması, Şari-i Ekrem ve Nebiyyi Muhterem Efendimiz Hazretleri’nin huzurunda ve gıyabında kendilerinin nasıl bir adab ve erkana riayetle anılması gerektiğini ortaya koymaktadır.
Klasik Türk-İslam edebiyatında Esma-i Nebî diye bir edebî türün ortaya çıkması, hadis rivayetinde Efendimiz’in adının geçtiği her yerde dua cümlelerinin mutlaka söylenip yazılmasının bir zorunluluk kabul edilmesi, İslami ilimlerin her birinin kendi geçmişini O’na dayandırması Hayrü’l-BeşerEfendimiz’in şanını tebcil için geliştirilmiş nezih bakış ve usullerdir. Nur-i Dide-i Âlem Efendimiz Hazretlerini ifade etmek üzere Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de ve Hayrü’l-Verâ Aleyhi’t-TahâyâEfendimiz’in hidayet kaynağı ifadelerinde O’na ait yüzlerce kutlu vasıftan söz edilmektedir.
Nübüvvet nuruyla aydınlanmış kutlu örnekliğin gölgesinde hayat bulup serinleyen ilk nesillerin zihninde sağlıklı bir Peygamber tasavvurunun oluşturulması için daha ziyade Nübüvvetin Parlayan GüneşiEfendimiz’in zahiri evsafına vurgu yapılmıştır. İnsanlığı Cehenneme Sürüklenmekten Koruyan, İnsanların En Güzeli, İnsanların En Kahramanı, Livâü’l-Hamd’in Taşıyıcısı, Ümmetin En Hayırlısı, Âlemlere Rahmet, İnsanlığın Efendisi, Havz-ı Kevser Sahibi, Makam-ı Mahmud’un Sahibi, Tövbe ve Rahmet Peygamberi … gibi yüzlerce güzel isim ve nitelemeler hep Mefhar-i Mevcudat Efendimiz’i insanlığa anlatan eşsiz sıfatlardır.
İnsanlığın Göz Bebeği Güzide-i Gül Efendimiz gönül zenginliğinin doruklara ulaştığı Osmanlı düşüncesinde bir başka güzellik ve muhabbetle anılır olmuştur. Vasıfların en güzeli Hakkın Habibi Dürri Beyza Efendimiz için kullanılmıştır. Sözden inciler bin bir itina ve hassasiyetle Beşeriyetin En Hayırlısı Muhammed Mustafa Efendimiz için dizilmiştir. Şiirlerin en duygulusu İnsanlığın Saadet Kaynağı Efendimiz için yazılmıştır. Özlemlerin en derini Kainatın Ay Yüzlüsü Efendimiz’e karşı duyulmuştur. Osmanlı düşünce geleneğinin siyasette, tefekkürde, ilimde, irfanda, içtimaiyatta, sanat ve estetikte çok yönlü bir şekilde, arı duru bir gönül zenginliğinin zirvesinde yüzyılları aşan süreç boyunca nesilden nesle devam etmesi ancak dünya ve ahirette hiçbir kimseye borçlu kalmayan Ser-Çeşme-i Kerem Efendimiz’in yüzü suyu hürmetine ihsan edilmiş bir nimettir. Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’nin ‘Senin zikrini yücelttik’ ferman-ı İlahî’sinin tecelli ve tecessüm etmiş, yaşantıya ve ifadeye dökülmüş haline bu lütuf çok görülmemelidir. Ancak ne zaman ki O’nun zikri varoluşsal çerçevede anılmaktan çıkartılmış, işte o vakit insanlık O’na muhtaç hale gelmiş ve Müslümanlar O’nun yolunu gözler olmuştur.
Şari-i Ekrem ve Nebiyyi Muhterem Aleyhi Ekmelü’s-Salatü Vesselam Efendimiz’in yüklendiği mükellefiyet ne zaman ki vahye aracılık eden sıradan bir ‘kişi’ derekesine indirilmiş, o zaman insanlık, O Kutlu Elçi’nin Beşeriyeti Aydınlatan Ay Yüzlü güzelliğinin saçtığı ışığa muhtaç hale gelmiştir.
Modern dönemin, kendini tanrılaştırma çabasına soyunmuş, İlahî iradeye meydan okuyan, vahyin karşısına cılız cüssesine bakmadan duran bu dönem insanının sözü edilen yüce misyonu fark edip idrak etmekten fersah fersah uzaklaştığını görmek ne kadar şaşırtıcıdır.
Allah’ın Sevgilisi Rahmet Peygamberi Efendimiz’e olan yakınlığı bilimselliğin önündeki en önemli engel sayan ‘dışarıdan bakış’ın tayin ettiği kısırlıkla O’na mübarek isimleriyle hitap etmekten başka hiçbir vasfı layık görmeyen gafil insanlığın O’nu yeniden keşfetmeye ne kadar da ihtiyacı var. İnsanların birbirini acımasızca yok ettiği, herkesin, karşısındakini girdabından bir türlü kurtulamadığı tüketim çarkının bir parçası gördüğü çağımızda, derinden hissettiğimiz maneviyat boşluğundan kurtulmak için Ruhumuzun İlacı Gönlümüzün Sultanı Hidayet Nurunun Aynası Efendimiz’in kılavuzluğuna ne kadar çok ihtiyacımız var. O kutlu elçiden en çok mahrum kalan, zulmetin zifiri karanlığında kaybolmuş modern insan O’nun açtığı nurlu yolun aydınlığına ne kadar muhtaç!
Çölün susuzluğunu vahaya çeviren Basarü’l-Vücûd Efendimiz!
Mübarek ellerinin değdiği hurma yığınlarını bereketlendiren, sütsüz koyundan süt akıtan, kurumuş gözeden pınarlar fışkırtan Ekramü’l-Ekremin Efendimiz!
Şefkat ve muhabbet dolu bir bakışı ile en sert gönülleri bile mumlara çeviren Nuru’l-Ayn Efendimiz!
Muhabbet yoksunluğunun sarhoşluğu esnasında varlık ve kainat telakkimizin şirazesi dağıldı. Mübarek ellerinle bizim de başımızı okşa, bizim de ıstıraplarımızın dinmesine vesile ol! Bütün insanlık olarak can çekiştiğimiz şu ortamda bize de bir nefes ver! Varlığınla Nurlandırılmış Kutlu Şehrinin; Medinetü’n-Nebî’nin serinleten esenliğinden bir nefes de bize lütfet! Maddi ve manevi varlığımızın eşi benzeri görülmemiş biçimde savrulduğu, maneviyatın yerini vahşet ve dehşetin aldığı günümüzde; insanlık açtığın aydınlık yola müştak… Ümmetin eşsiz şefkatine muhtaç… Canlılar merhametine aç…
Geçen yüzlerce yıla rağmen tazeliğinden hiçbir şey kaybetmemiş kutlu vahyin aydınlığında yürüyecek; mübarek ashabının üstlendiği sorumluluğa benzer bir mesuliyeti omuzlarında taşıyacak, O’nu modern insanın idrakine nakşedecek ak yüzlülerin çıkacağı günler için terennüm ettiğimiz dua ve niyazlarımıza seni vesile kılıyoruz…
Salat, Selam ve Övgülerin En Üstünü Sana olsun Ey Fahr-i Enbiya ve Sened-i Asfiya Muhammed Mustafa…